Stanley Kubrick’in mükemmeliyet takıntısı, Wes Anderson’ın sahne simetrisine olan takıntısı gibi birçok yönetmenin ilginç huylarını daha önceden duymuş veya okumuş olabilirsiniz. Peki, Christopher Nolan’ın da bu listeye girecek kadar garip takıntıları olduğunu biliyor muydunuz?
Christopher Nolan için “sinemanın en etkileyici yönetmenlerinden biridir” yorumunu hiç düşünmeden bile yapabiliriz. Nolan’ı sinemaya getirdiği yenilikçi yaklaşımları, karmaşık hikâyeleri çok daha karmaşık bir zaman dilimiyle anlatırken aynı zamanda izleyicide merak uyandırmayı başarabilecek kadar ustalıkla işlemesi ve görsel alana yaydığı başarısının dikkat çekiciliğiyle biliyoruz.
Inception (Başlangıç), The Dark Knight Trilogy (Kara Şövalye Üçlemesi), Interstellar (Yıldızlararası) ve yakın tarihteki Oscar ödüllü filmi Oppenheimer ile herkesi ekrana kitlemeyi başaran Nolan, başarılı yönetmenliğinin ardında elbette bazı takıntıları da barındırıyor.
Film senaryolarının her zaman kırmızı bir kâğıda siyah renkte yazılarla basılmasını istiyor.
Kâğıdın kırmızı renkte olması, senaryonun fotokopi aracılığıyla çoğaltılmasını engelliyor ancak oyuncuların söylediklerine göre aynı zamanda okumakta da zorluk çıkarıyor. Robert Downey Jr. ve Emily Blunt, Oppenheimer filminde bu durumdan espritüel bir dilde de olsa yakınmış. Nolan ayrıca senaryolarını dijital ortamdan göndermek yerine oyunculara elden teslim etmeyi tercih ediyor. Bunu senaryonun gizli kalması için yaptığını düşünebilirsiniz. Ancak Nolan için bu gizlilik değil, mahremiyet.
Ne telefon ne de e-mail kullanıyor. Senaryoları ise internet bağlantısı olmayan bir bilgisayarda yazıyor.
Nolan, The Hollywood Reporter’a verdiği bir röportajda, konu iletişim kurmaya geldiği zaman akıllı telefon taşımadığı ve e-posta kullanmadığı için neredeyse tamamen kopuk yaşadığını söyledi. Ayrıca, herhangi bir dikkat dağınıklığı yaşamamak adına senaryoları internet bağlantısı olmayan bir bilgisayarda yazdığını da belirtti. Teknoloji ve teknolojinin sağladığı her şey yaşamımızı kolaylaştırıyor ve vaktimizi eğlenceli kılıyor olsa da Nolan’ın internet olmadan zaman geçirmek için sebepleri var. Yanında bazı zamanlar olmak üzere kapaklı telefon taşıyormuş.
Bu durum, kendisinin Tenet filminde bilgisayar efektlerinden yararlanmak yerine aksiyon sahnelerini daha gerçekçi kılmak adına bir Boeing 747 jet uçağı patlatmayı tercih ettiğini ele aldığımızda telefon kullanmaması pek de şaşırtıcı gelmiyor.
Sadece DVD ve Blu-ray kopyalarında yer alacak şekilde ekstra sahneler ekliyor. Nolan için bir filmin fiziksel kopyasının edinilmesi oldukça önemli.
Artık istenilen her film ve dizi içeriklerine birkaç tık ile ulaşabiliyoruz. Bunlar abonelik tabanlı sistemlere sahip bazı büyük platformlar veya internette satılan dijital kopyalar olabilir. İzleyiciye kolaylık sağlasa da Nolan, bu platformların filmin haklarını sadece belli bir zaman süresince aldığını ve belirtilen zaman bittiğinde kaldırılacak olmasından dolayı her zaman içeriklerin fiziksel bir kopyasının edinilmesi gerektiğini savunuyor. Nolan’a göre bu platformdaki filmler bir gün kaldırılabilir ancak bir filmin fiziksel kopyasını alırsanız dilediğinizce rafınızda saklayabileceksinizdir. Bunun için filmlerine sadece fiziksel kopyada yer alacak şekilde ekstra sahneler ekliyor böylelikle de izleyicileri fiziksel kopya edinmeye teşvik ediyor.
Zaman kavramına takıntılı olduğunu filmlerinden biliyoruz. Nedeni işin büyüsünde saklı.
Nolan, filmlerindeki zaman işleyişine neden bu kadar takıntılı olduğuna dair bir soruya “insan deneyimimizin en temel parçası” cevabını vererek aslında bir film için zaman kavramının ne kadar önemli olduğunu da vurguluyor. “Kameranın bir zaman makinesi olduğunu düşünüyorum.” yorumunu yapan Nolan, izleyicilerin filmin sonu ile birleştirebileceği detayları gidişata koymayı ve düşündürmeyi seviyor. Zaman kavramını filmleri ile tersine çeviren Nolan için bu aslında nefes alıp vermek kadar önemli.
Peki, “kaçırılan veya ölen eş” senaryosuna da aslında bir o kadar yer verdiğini fark etmiş miydiniz?
Nolan’ın yönettiği filmlerdeki bu detayı fark edenler elbette vardır. Yönetmenin özellikle Memento, Inception (Başlangıç) ve The Prestige (Prestij) gibi filmlerinin konularını yan yana getirirseniz neyden bahsettiğimizi anlayacaksınızdır. Nolan’ın çoğu filmi bir adamın eşinin veya kız arkadaşının ölümüyle başlar veya ilerler ya da bu kaybı karakterin bir parçası olarak görürüz. Memento filminde ana karakter Pearce eşini kaybetmiştir ve intikam için yanıp tutuşur, The Prestige filminde Angier isimli karakter eşini sahnede kaybeder ve buna sebep olan sihirbaz’dan intikam almak için şiddetli geçecek bir rekabeti başlatır.
Eşlerini kaybeden veya kaybetme korkusu yaşayan bu erkek karakterlerin kararlılığının ve korkusuzca davranışlarının ve kadar etkileyici göründüğünü düşünürsek, Nolan’ın sevdiği bu trajedi aslında filmlerinin senaryosunu çok daha anlamlı kılmış olabilir. Tıpkı Edgar Allen Poe’nun dediği gibi “Şüphesiz, güzel bir kadının ölümü, dünyadaki en şiirsel konudur.”