2013 yılında ilk oyunu çıkan The Last of Us serisi, HBO’nun kanatları altında başarılı bir dizi olarak ekranlara geldi. İzleyicilerden tam not alan dizi, pazartesi günü ekrana gelen dokuzuncu bölümü ile sezon finali yaptı.
Oyun, roman, tiyatro gibi eserlerin dizi ya da filme uyarlanmaları çoğu zaman olumsuz sonuçlara gebe. Ancak 2013 yılında oyun olarak çıkan The Last of Us serisi; HBO’nun yapımı, Craig Mazin ve Neil Druckmann yaratıcılığı ile şekillenince herkesi şaşırtan ve memnun eden bir dizi ortaya çıktı.
The Last of Us oyununu oynamamış olan ben ve benim gibi olan herkes için ise dizi, daha önce benzerini birçok defa gördüğümüz, izlediğimiz kıyamet sonrası hikayelerine kıyasla başka bir pencere açıyor. Bu anlatıda sadece ortada dolaşan yaratıklar, basit intikam senaryoları yok. Hikayenin kurulumu, karakterlerin derinlikli anlatısı, kıyamet sonrası ortaya çıkan oluşumların amaçları ve hepsinden öte insani ilişkiler, dizinin evrenini kusursuz bir biçimde kurmaya hizmet ediyor.
Not: İncelememiz, sezon hakkında spoiler içermektedir.
Kaçakçı olan Joel ve adrese teslim edilmesi gereken Ellie arasındaki bağ, hikayenin temelini kuruyor.
The Last of Us’ın temel hikayesi, yirmi yıldır mantar pandemisi ile enfekte olup canavarlaşan insanların hüküm sürdüğü bir evrende, Joel adlı bir kaçakçı ile adrese teslim edilmesi gereken Ellie isimli bir kızın yolculuğunu anlatmakta. Bu yolculukta kahramanlarımızın karşısına çıkan zorluklar ise sadece enfekte canavarlar değil, devletin yönetiminde olan FEDRA, FEDRA’ya karşı olan Ateşböcekleri, yağmacılar, dini tarikatlar ve daha birçok şey.
Yani birçok kıyamet sonrası hikayenin aksine bu evrende mücadele edilen düşmanlar sadece “canavarlar” değil “öteki insanlar”. The Last of Us bu sayede hikayenin evrenini katman katman derinleştirirken, Joel ve Ellie’nin yolculuklarındaki gerilimi de her an ensemizde hissetmemize olanak sağlıyor. Karşılaşılan engellerde ise Joel ve Ellie hakkında öğrendiğimiz bilgiler, karakterlere derinlikli bir anlatı yapısı sunarken hikayeyi de tutarlı ve kapsamlı bir hale bürüyor.
Her bölüm açılan yeni hikayeler ve karakterler, hikaye evrenine hizmet ederek olay örgüsünü güçlendiriyor.
Ancak The Last of Us’ta hikaye, sadece bölüm sonu canavarını yenmekle son bulmuyor. Hatta çoğu bölümde farkı bir hikayeye ve karaktere yer açan dizi, bu yönüyle de yine birçok kıyamet sonrası hikayeden ayrışıyor. Bu hikayeler ise ne canavarların ne FEDRA’nın ne de Ateşeböcekleri’nin hikayesi.
Bölümlerde tanıştığımız karakterler ve hikayeler, salgın her yeri ele geçirse bile aşka ve iyileştirici gücüne şahit olduğumuz Bill ve Frank’i, komün bir hayat süren Tommy ve arkadaşlarının yaşadığı çiftliği, Ellie’nin bir AVM’nin lunaparkında son bulan aşkını tanımamıza fırsat sağlıyor. The Last of Us’ta dünyanın sonuna doğru gelinmiş olsa da yan hikayeler, yeni bir düzen kurulabileceğinin, aşkın her yerde olabileceğinin ışıkları ile hikayenin evreni aydınlatıyor. Bununla birlikte izleyiciye nefes alması için boşluklar bırakıyor.
Elbette nefes aldıran hikayeler ve karakterler dışında evreni daha da boğucu ve tekinsiz hale getiren anlatılar da var. Beşinci bölümde, iki kardeş olan Henry’nin enfekte olan kardeşi Sam’i öldürmesi ve ardından intihar etmesi, sekizinci bölümde karşılaştığımız dini tarikat liderinin başta izleyiciyi güvenli bir çembere alsa da insan eti yiyen ve pedofil bir sapkın çıkması, dizinin gerilim damarlarına adeta can veriyor. Şaşıracak çok az şeyin olduğu tehdit dolu bu evrende, her şeye rağmen LGBTİ+ temsiliyetini, komün bir yaşamın kurulabileceğini, insani duyguların ilişkilere yansımasını izlediğimiz The Last of Us, gerek ana hikayesi gerek yan hikayeleri ile özgün bir anlatıyı beraberinde getiriyor.
Karanlık bir distopyada hareketli kamera ve iyi kurgulanmış ses miksajı, dizinin atmosferini tamamlıyor.
The Last of Us’ın hikaye ve karakter anlatımındaki başarının temel unsurlarından biri de elbette aşırıya kaçmayan görüntü ve ses kullanımı. Kameranın büyük bir çoğunlukla hareketli olması, bizi doğrudan Joel ve Ellie ile özdeşleştirerek hikayeyi onlar gibi adım adım yaşamamıza olanak sağlıyor.
Bunların yanı sıra tekinsiz bir evrende, şaşırılmayacak anlarda bile duyduğumuz en ufak bir ses, bizleri sezon boyunca diken üstünde tutmayı başarıyor. Hatta ses ve müzik öylesine doğal ve hikayenin içerisindeki kullanıyor ki bunlar dramatik etkiyi arttıran ögeler yerine hikayenin birer parçası olarak karşımıza çıkıyor.
The Last of Us’ın evreni öyle kusursuz kuruluyor ki eksik kalan yanları anlatı içerisinde eriyor.
The Last of Us, hikayenin kurulumu, karakterlerin ve olayların derinlikli yapısı itibari ile kusursuz bir seyir deneyimi sunuyor. Ancak giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşan bu anlatıda, dizi bazen öyle doruk noktasına çıkarıyor ki bizi, bazen nefes almadan, sona erişmeden yarı yolda bırakıyor ve bölümü bitiriyor. Bazı hikayelerin yarım ve tamamlanmamış hissi ile baş başa kalıyoruz.
Ancak tüm bu eksiklere rağmen dizinin evreni ve anlatısı öyle sürükleyici bir hal alıyor ki bizler de Joel ve Ellie gibi her şeyi arkada bırakıp diğer bölüme geçiyoruz. Birinci sezonun bu kadar iyi kurulması ile hepimiz ikinci sezonu soluksuz bir şekilde bekliyoruz.