Yüzüklerin Efendisi, ilk Avatar filmi gibi yapımlarla yepyeni bir çağın kapılarını açması beklenen CGI teknolojisi, son yıllarda genellikle şaka konusu oluyor. Bütün teknolojiler ilerlerken CGI geriye mi gidiyor?
Terminatör 2, ikincisi ilkinden daha iyi olan az sayıdaki film serilerinden biri olarak kabul ediliyor. Bu durumun en temel nedenlerinden biri ise CGI teknolojisinin kullanımındaki ustalık olarak gösteriliyor. T-1000 adlı android, bir sahnede parmaklıkların arkasında görülür. O zamana kadar parmaklıkları Cüneyt Arkın gibi parçalayan ya da eğen karakterlere alışkın olan seyirciler, T-1000’in adeta sıvılaşarak parmaklıkların arasından geçişi ile birlikte dehşete düşerler. Bu, daha önce kimsenin görmediği bir şeydir.
Sonrasında Jurassic Park, Avatar derken belki de CGI’ın en başarılı olduğu seri olan Yüzüklerin Efendisi, bize CGI’ın tüm kapasitesini göstermiş oldu. Sonrasında ise işler sarpa sardı ve gittikçe daha kötü görsellerle karşılaşmaya başladık. Hayranların yaptığı editler bile bazı CGI’ları gölgede bırakıyor. CGI bir yere gitmediğine göre CGI’ın sorunlarını konuşmak gerekiyor.
Öncelikle nedir bu CGI?
CGI, Computer Generated Imagery şeklinde bir açılıma sahip olan bir teknoloji. Türkçesi ise Bilgisayar Üretimli İmgeleme. Temelde bilgisayarda oluşturulmuş görüntülerin gerçek görüntüler ile birleştirilebilmesine dayanıyor. Bir anlamda yeşil perde teknolojisinin gelişmiş versiyonu diyebiliriz.
CGI teknolojisinin temel olarak üç önemli avantajı bulunuyor. Birincisi, maliyetleri oldukça düşürebilmesi. İkincisi, normal şartlar altında göremeyeceğimiz şeyleri yapmayı mümkün kılması. Üçüncüsü de istenilen her noktada kullanılabilmesi.
Bu avantajlarına rağmen CGI son dönemlerde çok sık tartışılan ya da eleştirilen konuların başında geliyor. Bunun nedeni, CGI teknolojisinin kendisinden çok nasıl kullanıldığı olarak göze çarpıyor. CGI günün sonunda bir araç ve tüm araçlar gibi kullanıcısının amaçlarına hizmet ediyor.
Daha ucuz işçilikle daha çok para kazanmak isteyen stüdyolar ilk neden.
Sadece CGI değil, genel olarak tüm görsel efekt dallarında uzmanlar ya da en yetenekli kişiler, bu teknolojilerin gördüğü talepten dolayı ABD ve AB’ye taşındı. Sonrasında daha çok kişinin kendisini bu alanda yetiştirmesinin ardından stüdyolar, çeşitli teşviklerden yararlanmak ve daha az para ödemek için CGI gibi teknolojileri Çin, Tayvan, Hindistan gibi ülkelerde yaptırmaya başladı. Yeterince yetenekli ya da tecrübeli olmayan ekiplerin yaptığı görseller de belli bir seviyeyi aşamıyor.
CGI’ın yapımlardaki önemi değişti.
Bazı filmler tamamen CGI festivali haline gelmeye başlarken, yapımlarda da genel olarak CGI teknolojisi artık ana bileşenler arasında sayılıyor. Bizim normal bir kafe sandığımız kafe bile artık CGI ile yapılabiliyor, set kurulmayabiliyor.
CGI teknolojisi ilk ortaya çıktığında durum farklıydı, CGI çok ciddi sınırlamalara sahipti. Jurassic Park’ı örnek alırsak, dinozorlar CGI sayesinde ortalıkta koşuyordu ama yakın çekimlerde animatronik robotlar kullanılıyordu. CGI, gördüğümüz dinozorların sadece robotlar olmadığı imajını desteklemekte kullanılıyordu.
Fizik kurallarını pek ciddiye alan da kalmadı.
The Matrix. Fizik kurallarının esnetilebilmesinin mantıklı olduğu, CGI’ın da bu amaçla ancak tamamlayıcı olarak kullanıldığı efsanevi film, fizik kurallarının nasıl yıkılabileceğini göstermişti. Sonrasında gelen filmlerde ise neredeyse her şeye CGI dokunuşu başladı.
Bunun sonucu olarak da öyle eylemsizlikmiş, etki-tepkiymiş, rezonansmış gibi kavramları hiç umursamayan filmler çıkmaya başladı. İzlediğimiz film The Matrix gibi bizim dünyamızın kurallarından ayrı olduğunu açıkça gösteren bir yapım değilse seyirciler “Yok artık, onu da yapamaz artık” demeye başladı.
Gökdelenden gökdelene arabayla atlarken havada şarjör değiştiren insan bizim dünyamızda olmaz çünkü. (Bu arada Hızlı ve Öfkeli filmindeki sahne CGI değildir.)
Görüntü kalitesindeki artış, CGI’ı daha kalitesiz hâle getiriyor.
CGI teknolojisi ilk çıktığında öyle 4K, HFR gibi teknolojiler ortalıkta yoktu. Bugün görüntü kalitesi arttıkça CGI’daki sorunlar daha da net olarak belli oluyor. Buna CGI’ı yazmayı bilmeyen ekipler de dahil olduğunda işler daha da işin içinden çıkılmaz olabiliyor.
Normal şartlar altında CGI teknolojisini saklamak istersiniz. Örneğin az ışıklı sahnelerde, sisli sahnelerde ya da yağmurlu sahnelerde CGI kullanırsınız ki görseller, yapay oldukları belli olmayacak kadar gözüksün. Çözünürlük arttıkça CGI geride kalıyor.
Filmlerin renk tonları da CGI teknolojisine hiç yardımcı olmuyor.
Filmlerin bir renk paleti olur, zaten olması da gerekir. Anlatımın görsel olarak da belli bir dili olduğunu ve renk paletinin de bunun bir parçasını oluşturduğunu düşünürsek renk paletlerinin önemli olduğunu da görürüz.
Belli tonlara fazla yüklenilen, doğal ışıktan uzak yapımlarda CGI daha da sırıtıyor zira zaten yapay olan bir görsele bir de yapay renk tonları ve ışıklar düşürüyoruz. Duble yapaylık da daha kalitesiz gözüküyor. Tembellik edilen pek çok filmin de renk paleti Pumpkin Spice Latte renkleri olunca… Şaka değil, üstteki renk paletlerinden biri Açlık Oyunları’na, biri ise Pumpkin Spice Latte’ye ait.
Sütlaç yiyeceksem üstüne tarçın serpmeyi seviyorum. Tarçın çok olursa sütlacın tadı çok bozuluyor. Konu burada sütlaç değil, siz anladınız.
“Tekinsiz Vadi”de olduğumuzu anlayabiliyoruz.
Tekinsiz Vadi ya da cümle içinde İngilizcesini kullanmanın daha havalı olduğunu düşünüyorsanız Uncanny Valley denilen bir konsept var. Temel olarak insana çok benzeyen ancak insan olmayan şeyleri gördüğümüzde rahatsız olmamıza verilen isim bu.
İnsan Benzeri Robot Gördüğümüzde Hissettiğimiz O Garip His: Tekinsiz Vadi Etkisi Nedir?
Örnek vermek gerekirse robot Babür ile hiçbir sorunumuz yok, zira robot olduğunu açıkça görebiliyoruz. Öte yandan Simone filminde Rachel Roberts da gerçek bir insan değil ancak kimse kendisinden rahatsız olmuyor. Bir de Giresun’daki Fındık Müzesi’ndeki animatronikleri düşünün. Korku filminden fırlamış gibi gelmelerinin nedeni işte bu tekinsiz vadi.
Aynı şey sinemada da var ve biz gerçeğe benzeyen ancak gerçek olmadığını hissettiğimiz şeylerden rahatsız oluyoruz. CGI’ın daha düşük kaliteyle üretilip daha zayıf tekniklerle kullanıldığı filmlerde bu rahatsızlığımız daha da artıyor. Biz de bunu CGI’ın kötü olmasına yoruyoruz.
Evet, seyirciler CGI görmeyi seviyor ancak görmek istedikleri şey kaliteli CGI. Sırf seyirci istiyor diye CGI’a aşırı yüklenmek yerine daha iyi senaryolar, daha iyi kullanılmış CGI, daha iyi anlatım sinemayı sevdiğimiz eğlence olarak tutmaya daha yardımcı olacaktır. Yoksa Hobbit setinde yeşil perde önünde kartondan cücelerle rol yapmak zorunda kalan Sir Ian McKellen, sinemanın geldiği durumdan dolayı ağlayan tek kişi olmayacak.